
Efsane
7
"Kıskançlık sevgiden ötürü
vardır" yani "seven kıskanır" düşüncesi
"seven kıskanır" sözü
çok söylenir ve hemen arkasından da "buna karşı ne yapabilirim?" diye
sorulur. Kıskançlık günlük hayatta alışılmış bir şeydir ve biz bununla hem
hayatımızı hem de sevgimizi zorlaştırırız. Biz kıskançlığı sadece
sevginin kabullenilmesi gereken bir parçası olmasına rağmen değil aynı
zamanda da kendisinden kurtulunulması gereken bir durum gibi görüyoruz
burada.
Kıskançlığı yenebilir miyiz?
Hayır, zira bu hep bir mücadele, ruhsal bir uğraş olacak ve sonuçta karşı
koyma tekniğine dönüşecektir.
Kıskançlığın nedenlerini
araştıralım önce. Kıskançlığın arkasında saklanan,sevileni yitirme ve artık
sevilmeme korkusudur, çünkü başka bir insan araya girecek ve benim "sevdiğim
şeyi" ya da onun sadece bir kısmını elimden alacaktır.
Pek çok insan eşlerinin hobilerini bile
kıskanabilir ve onun tüm zamanını ve düşüncelerini kendisiyle doldurmasını
ister. Bu eşin kendisinin dışında hemen hemen hiç bir şeyle meşgul olmamasını
isteme arzusunun nedeni, o eşin herhangi bir uğraşında, örneğin spor vs. gibi,
geçici de olsa mutlu olacağı ve kendisinin buna katılamayacağı korkusundan ileri
gelir. Aşırı kıskanç kişi, eşi sevdiği bir şeyle meşgul olursa, onu
kaybedeceğinden korkar kısacası. Yani eşinin sadece başka birisiyle yaşadığı
erotik bir ilişkiyi değil, onun her türlü sevgisini kıskanır. Bu aşırı kıskanç
davranışta, özellikle egoist bir yapıyı tanımak mümkündür ve aynı zamanda da
eşini yeterince kendine bağlayamamış olmanın aşırı korkusu yatmaktadır. Ayrıca,
bu aşırı örnekte böylesine sahiplenilmiş kişinin üzerinde baskı da
görülmektedir. O kişi, böyle bir sevginin altında ezilmiş, bağlanmış ve
kişiliğini geliştirme özgürlüğünden mahrum bırakılmıştır.
Kıskançlık sadece karşı cinsten
kişilere karşı duyuluyorsa ki bunun böyle yaygın olması ve herkesin bu
kıskançlığı tanıması, hem kendinde, hem de başkalarında yaşamış olmasından
ötürü daha normal gibi kabul edilir. İşte bu yüzden kıskançlık kabullenilebilir
ve ruhsal olarak normal ve sağlıklı diye düşünülebilir. Bu durum öylesine
yerleşmiştir ki pek çok insan bunun üzerine fazla eğilmez, zira bu anlaşılabilir,
hem kendileri de böyle hissetmektedirler ve bu duyguyu eşlerinde de kabul ederler, öyle
ya, bu sevgiyle ilişkilidir şüphesiz. Fakat biraz daha derin düşünülürse ve tüm
bilinen faydaları bir kenara bırakılırsa, sevgi, yakın olmak, şefkatli olmak,
dikkatli olmak ve saygı duymak gibi doğrudan doğruya kıskançlıkla bağlı olmayan
ruhsal bir olaydır. başlangıçta bu insanı sadece sevmek ve ona sevgimi vermek
isterim; ne ona sahip olmak, ne onu değiştirmek, ne de kısıtlamak gibi bir amacım
vardır. Sevgi, vermek ve destek olmakla başlar önce. Sonra almak ve desteklenmek
arzusu çıkar ortaya. Bu arzu yerine gelirse, ve bu çift birbirlerine sevdiklerini belli
ederlerse, işte o zaman pek çok insanda sahip olma duygusu devreye girer. "Onu
seviyorum, o da beni seviyor, o bana, ben ona aitim" gibi. Lakin bu sahiplenme
duygusu çok büyük bir hatadır ve kıskançlığı doğurur ve bu da her iki taraf
için büyük ruhsal acıları ortaya çıkarır. Sahip olma arzusu kapitalist bir toplum
yapısında anlaşılabilir, zira böyle bir toplumda büyüyen her kişi için, mülk
düşüncesi, yani sahip olunan şey, kalıcı izler bırakan bir tecrübedir. Tüketim
mallarına sahip olmak çok doğal bir haktır ve bunu sevilen şeye, kişiye taşımak da
doğaldır, çünkü her sevginin evlilikle sonuçlanması istenilmektedir ve
birlikte edinilen mülkün kullanıldığı bu beraberlik bir çeşit ekonomik beraberlik
sayılır. Burada unutulmaması gereken şey şudur: Sevginin doğal ve gerçek haliyle
'mülk ve mülkün yönetilmesiyle' hiç bir ilişkisi yoktur. İki insan,
birbirlerine sahip olmak istemeden ve sadece kendilerini görerek, yani bir
diğerini 'satın alınacak bir mal gibi görmeden' beraber olurlarsa, bu sevginin
saf hali ve en güzel şeklidir.
Bizler sevginin kişilik pazarındaki
mallarıyız. Eğer kızlar ve kadınlar çekiciliklerini denemek için süslenmişlerse,
erkekler de statü sembolleriyle hava atarlarsa, durum böyledir. Lütfen
karıştırılmasın, ne kadınların güzel olmak için süslenmelerine ne de erkeklerin
araba kullanmaktan zevk aldıkları için araba almalarına karşıyım. Çünkü yaşama
sevinci sağlıklı bir ruh için en önemli ön şarttır. Ben sadece yaşama sevincinin
ötesindeki amaçlara, yani 'kendini daha iyi satabilmek' düşüncesine karşıyım.
Kendini böyle satan zaten satılmıştır da. Nitekim, hem kendinin, hem de eşinin
kıskançlıklarıyla karşılaşması kaçınılmazdır. Bunların yanı sıra, bir de
bilinç altında yatan ayrı olma, ayrı kalma korkusu rol oynar bu durumda. Bu da
çocukluk dönemi gelişimiyle bağlantılıdır. O zamanlar duyulan ebeveynlerini
kaybetme korkusu, yaşanan ilk korkudur. Gerçi bu da mülk güvencesi düşüncesiyle
bağlantılıdır. Bunun yerine, anne ve baba çocuklarını gerçek sevgiyle
büyütseler, böyle bir korku yaşanmaz. Ama çoğu kez sevgi ihtiyacı olan çocuk
güvende olmak için, insanlara, dünyaya ve kendine karşı geliştirmek üzere ihtiyaç
duyduğu varolma sevgisini alamaz. Bu güvensizlik ilerde eşe karşı da duyulur ve onu
kaybetme korkusu hep yaşanır. Zira ne kendinin, ne de karşısındakinin sevme
becerisine güveni vardır artık. Sevgi eksikliğiyle yapılan çocukluk
deneyimleri, madde, tüketim ve sahip olma düşüncesiyle karışır ve çok doğal gibi
gözükür; sevgiyi bir mülk olarak kaybetme korkusu duyulduğu için hem kendinde hem de
eşte kıskanç davranışlar baş gösterir
Sevgide mutlu olmak isteyen kişi iki
şeyi düşüncelerinden uzaklaştırmalıdır: Biri, yeterince sevilmeme korkusu, diğeri
de sevilene mülk gibi sahip olma arzusu.
"peki bu nasıl olacak?" diye
soranlar çıkacak. Eğer ruhun derinliklerinde korku ve sahip olma duygusu böylesine
yerleşmemişse cevap çok basit: Sevginize yoğunlaşın, sadece sevginize!
Sevgi, sevgi vermek ister, desteklemek,
şefkatli olmak, dikkat etmek ve saygı ister. Buna yoğunlaşırsanız sevebilir ve bu
sevgiyle mutlu olabilirsiniz. Kim sahip olmak ister ve korkarsa, sevme becerisini
zayıflatır ve her şeyi kaybeder.
Devamı için lütfen düğmeye
tıklayın:
|