Efsane 8
"Sevgi, bir
kader olayıdır" düşüncesi
Sevgiyi efsaneleştirmek, özellikle 'kadere inanmak'
düşüncesinde kendini gösterir. Genç insan, sevgi denince tüm
hayatını birlikte geçirebileceği "o kişiyle" kaderimsi bir karşılaşmayı
bekler. Orta yaşlı insan da, uzun seneler evlilik tecrübesi sonucu
kaderin ona 'doğru' ya da 'yanlış' eşi verdiğini düşünür. Kader
inancı, bir anahtarın bir kilide uyması gibi kendine uyabilen bir eş
olabileceği inancıyla bağlantılıdır. Sürekli, "benim eşim olabilecek
insanı arıyorum. İşte bu, büyük aşktır" sözlerini duyuyorum. "ve böyle
bir kişiye rastlarsam, onu tanırım, hemen anlarım, işte bu derim" hemen
hemen herkes 'böyle kaderimsi bir beraberlik' olduğuna inanır ve
bilinçli ya da bilinçsizce böyle bir karşılaşmayı arar. Çocukluğumuzdan
beri ebeveynlerimizin öğrettikleriyle, roman ve dergilerdeki
nasihatlerle 'kaderimsi büyük bir sevginin' var olduğu düşüncesi
oluşturulur bizde. Bu önyargıyı sevgi üzerinde daha yoğun düşünmeye
başlayarak sona erdirebiliriz. Öncelikle şunu bilmekte yarar var: Sevgi,
bir kader olayı gibi dışardan gelerek, isteğimiz dışında başımıza gelen
bir olay değildir. Sevgi, her zaman ona hazır olma durumudur. Açık
olarak diğer insanı içime almaya ve onu sevmeye hazır olmalıyım. Bu
hazır olma yoksa, örneğin şu anda başka bir insana aşıksam, böyle bir
karşılaşma mümkün olmadığı gibi beni etkilemez bile. Aşık olmaya açık
olmak, karşılaşma esnasında aşık olmaya olanak sağlar. Bu hazır olma
durumu, sevgi için ön koşuldur ve kader inancının bir kısmını da
ortadan kaldırır. Bu söylediklerime itiraz edilebilir; "hazır olmak
önemli, ama buna rağmen büyük aşk vardır ve bunu bulmak da kader
olayıdır" denilebilir. Ama bu ' tek büyük aşk' yoktur. Onu aramak
anlamsızdır ve onu beklemek daha da anlamsızlaşır. Bir insan
sevebiliyorsa ve sevmeye açıksa, kolayca aşık olabilir ve her aşık olma
durumu başlangıçta aynı değere sahiptir. Bu durumda zaten çoğunlukla bir
değerlendirme yapılmaz. Aşık olma süresi her zaman güzeldir, göklerde
uçmaktır, her şeyi tozpembe görmektir. Değerlendirme daha sonra olur.
Cinsellik yaşanmışsa ve insan birbirini daha iyi tanımaya başlamışsa, o
zaman akıl işe karışır ve düşünceler başlar: sosyal statü, meslek, dünya
görüşü, din, hayat felsefesi, eğitim, para vs. gibi. Bu tür düşüncelerin
sevme duygusuyla ilgisi yoktur, zira burada sorulan soru şudur: "Bu
insanla bir ilişkiyi ve hatta bir evliliği düşünebilir miyim?" Akıl
sorar: 'Bu o büyük sevgi mi?' Bu tür düşüncelerin sevgiyle ilişkisi
olmadığını çok iyi anlamak gerekir, aksine bu sevginin dışındaki diğer
faktörlerin söz konusu olduğu bir sınav sorusudur. Test pozitifse,
yani adı geçen özellikler kabullenilmişse, insan içinde sevgiyi
geliştirmeye hazırdır. Ama test negatifse, olumsuz düşünceler ön plana
çıkar, ilişkiye daha kritik bir gözle bakılır, kavga başlar, ve bu da
artık büyük sevgi olmaktan çıkar.
Sürekli, (zengin fakirle, memur işçiyle evleniyor gibi)
'statüyü, eğitimi vs. aşabilen büyük tutku vardır' itirazları yükselir
ve bu önemlidir de. En heyecanlı sevgi romanları bunun üzerine
kurulmuştur. Sevginin mantığa üstün geldiğini anlatan hikayelerdir
bunlar. Ve 'ben de böyle sevilmek isterim, her olumsuz ve karşı
durumlara rağmen sadece ben olduğum ve her şeyin üzerinde olduğum için
seviliyorum ve işte bu büyük sevgidir'. denir. Evet, bütün ironi bir
yana, bu sadece sevginin önem taşıdığı gerçekten büyük bir sevgidir.
Böyle olmalıdır, ama bu gerçek hayatta çok nadir olur. Her insanı böyle
bir olay büyüler, etkiler. Kısa bir süre için bile olsa, içsel taşlaşma
yumuşar , sevmenin ve sevilmenin ne olduğu anlaşılır. Ve sonra roman
okuyucuları için romanda verilmeyen 'acı' gerçek ortaya çıkar: Gerçekten
sevebilen ve kendisi için sadece sevginin önem taşıdığını bilen bir
insan, büyük bir açıklıkla diğer insanları da sevebilir, o sadık
değildir, üstelik ömür boyu hiç sadık olamaz.
Sadakat vazgeçilmez bir erdem olarak görülmekte. 'İyi
insan, sadık olan insandır' düşüncesi de bir ön yargıdır. Psikolojik
açıdan bakılırsa maalesef tutarlı değildir bu düşünce. Sevebilen bir
insan sevgiye sadıktır, onun için sevmek sadık olmaktan daha önemlidir.
Sevgi dolu bir insan, aynı kişiyi hep yeniden sevebilir
ama o aynı zamanda başka insanları sevmeye izinli olmadığını da
kabullenmez. Örneğin, eğer bir kişi doğayı ve hayvanları seviyorsa, biz
onun ömür boyu sadece bir ağacı, bir kediyi ve bir tarlayı sevmesini
hastalık olarak değerlendiririz. Bu durumu bir şeye saplantı olarak
görürüz. Buna karşın, diğer cinse karşı duyulan sevgi, her şeyin
üzerinde şüphe götürmeyen o büyük kaderimsi sevgi olmak zorunda. Böyle
anlatılmakta ve hatta psikologlar tarafından da yazılmakta ve
milyon kere buna inanılmakta. Ne devasa bir kendi kendini kandırış bu!
Bu kendi kendini kandırma ancak öylesine büyük bir terk
edilme ve sevilmeme korkusu yaşandığı için mümkün olmaktadır. Zira
sevgi, ruhumuzun öyle bir noktasındadır ki; ve zira biz de bilincimiz
gibi kendimizi sevmekten korkarız; çünkü biz evlilikte ekonomik
beraberliğe bakarız ve kendimizi güvende hissetmek isteriz. Bunun için
de kendimizi hastalık boyutunda bir şeye odaklar ve bunu
karşımızdakinden de bekleriz. Biz, birlikte hasta olmaya bile
hazırız. Ümit verici bir şekilde sevgi olarak başlayan bu olgu,
sistematik olarak birlikte çekilen uzun bir ızdırap zincirine dönüşür.
Sevgi hakkında hakikati yazmak sanıldığı gibi kolay bir
uğraş değil inanın, zira okuyucuda korkulara sebep olabilir ve
aksi tepkilere yol açabilir. Üstelik yazara karşı da kızgınlık
uyandırabilir. Bu bakımdan seçilerek yazılan bu konu çok hassas bir
konudur (doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar anlamında), kazanç
getirmez. Bu konuda yazılmış çok az literatür oluşu da bundan ötürüdür.
devamı için lütfen
aşağıdaki güle tıklayın
Fond creation:
Artist Obrien