Eskilerin inanışına göre Yunus denizin
yaşam gücü olarak kabul edilirdi. Su Yunanca - thalassa - yaşamın
kaynağı anlamına gelmekte.Yunus için Yunanca Delphys sözcüğü ise ana
rahmi anlamını taşımakta. Yani buna göre Delfin (Yunus), denizin doğuran bedeni,
her şeyin başlangıcı olarak kabul edilirdi.
Mitolojide yunus, deniz annesi olabildiği
gibi, doğuran bir yaratık, bir oğlan çocuğunun sevgilisi ve bir hermafrodit*
şeklinde de değerlendirilirdi; o Triton olarak haşin bir fallus, Afrodit/İsis olarak
deniz tanrıçası ve Dionisos olarak da doğuş ve yeniden doğuş çemberinin bir
parçası olarak da düşünülürdü.
Denizi yaşamın kaynağı olarak kabul eden
düşünceye geri dönersek, İlias'a göre, Mildenhall'de ki Okeanos (biz okyanus
diyoruz) devasa bir güce sahip yaşlı bir adam olarak gösterilmekte:
(Bu resim şimdi British Museum, Londra'dadır)

Onun bu resminde, bu yaşlı adamın
dalgayı andıran saçları ve sakalı içerisinden her yöne doğru yunuslar
uzanırken etrafında deniz atları ve deniz adamları dansetmekte.
Homer, Okeanus'u denizin babası olarak
kabul etmekte (yani tüm tanrıların ve her şeyin başlangıcı olarak). 6. y.y.'da
yaşamış bir filozof olan Thales'e göre ise, dünya denizin ortasında bulunan bir ada.
Yani her şeyin başlangıcını maddesel olarak gören bir düşünce yapısı hakim
burada. Ve bu türlü tahminler ise, "yaradılış dişi bir balığın ya da
balina ananın doğurmasıyla başlamıştır" gibi daha eski bir
düşünceden esinlenerek yürütülmekte.
Bu adı geçen yaradılış hikayesine
göre deniz, dişi bir balina/yılan/ balık şekillerinde, ışık
tanrısıyla/spermlerle birleşme halinde yaptığı bir çeşit savaşta ona yenik
düşerek hamile kalmakta ve parçalanarak evrenin çeşitli katmanlarını dünyaya
getirmektedir. Bu hikaye İncil'de (Tanrı Jahweh ve Leviathan bölümü) ve Akkadlar'a ait
dünyanın yaradılış destanı olan Enuma Elis (Baal ve Tiamat) de yer almaktadır. Bu
efsanenin en açık ve net şekli Baals-papazı Berossos'un MÖ. 300 y.y.'da
Babil'de yazdığı "Babil Hikayesi" adlı eserinde görülmektedir. Burada ki
balık-kadının adı Omorka'dır. Bu hikaye farklı kalıplara bürünerek Yunanlılarda
da ortaya çıkar. En tanınmış olanında güneş tanrısı Apollo, Delfin-rahmi-
canavarı Delfine ile karşı karşıya gelir. Delfi şehrinde onu yener ve
"Delphinios" (delfin tanrısı) adını alır ve Delfinia adlı bir eğlence
düzenler. Üstelik Apollo artık delfin olmuştur, zira her yendiği ya da yediği şeyin
şeklini alabilmektedir. Ve Apollo delfin iken bir gemiyi hakimiyeti altına alarak Delfi
kentine getirir ve gemi mürettebatına onların papazı olarak bu şehirde
kendisine hizmet ettirir. Ve böylece Apollo, bir erkek olarak ana rahminin hakimi ve
dünyanın yaratıcısı olur.
Diğer hikayelerde ise, kadın ve
yılan/balık/delfin(yunus), birbirlerinden ayrı olarak, yani insan, başlangıçtaki
bedeni içinde bulunan hayvandan ayrılmış olarak onun binicisi şekline
dönüşmüştür. Bu hikaye de bizi delfin-binicisine götürmekte. Binici erkek ve
düşmanımsı mıydı? kadın ve sevgi dolu mu? Yoksa erkek ve sevgi dolu mu? Ya da erkek
ve eşcinsel miydi? Bu ve benzeri bir çok soruyu Yunanlıların tam olarak
cevapladıklarını söylemek imkansız. Lakin biz burada özdeşlik, değişim ve yenileme
gibi, denizin taşıdığı anlamların iç içe olduğunu anlamaktayız. Ve bu farklı
görünüşteki kutuplar mitolojideki sözcüklerle de yansıtılmaktadır. Bu efsanenin
modern bir yorumu yapılırsa, burada suyun gücünü ve onun kabardığı
(dalgalandığı) zamanlarda ölüleri, yorgunları ve dinlenmeye ihtiyacı olanları
denizden uzaklaştırarak yeni hayatlar için yer açtığını söyleyebiliriz. Ve bu
aynı zamanda bir dans olarak da yorumlanabilir. Yaradılışla tanrı ve tanrıçalar
arasındaki başlangıcın dansı, örn. Okeanus ve onun etrafında dans eden deniz atları
ve deniz cinleri arasında olduğu gibi ya da, Triton ve onun deniz cinleri veya Dionisos
ve onun coşkulu bayan oyun arkadaşları gibi. (Dans ile yaradılış arasındaki bağ
İngilizcedeki ball sözcüğünde ifade bulur.)
Anlatılmak istenen doğuştan sonra yeniden
doğuma geçiştir. Yaradılış hikayesinin özü, püf noktası da budur zaten. Bu
geçişi göz önünde bulundurarak yunus ve onun binicisine yönelelim:
Delfin üzerinde denizin rahmi olarak,
onunla ilişkide bulunarak ve sonra onu yok ederek binici rolündeki en önemli tanrıyı
Yunanlılar ilk önce Apollo ile bağdaştırırlar. Sonra bu görev onun hizmetkarı ya
da şairine devredilir. Bu konuyla ilgili hikayelerin en tanınmışı MÖ. 7.y.y.'da
yaşamış Arion'dan bahsedilenidir. Arion, vatanı Yunanistan'a dönmek için Güney
İtalya'dan mürettebatı Korint denizcilerinden oluşan bir kayığa biner.
Denizciler denize açılır açılmaz onu soyup öldürmeye karar verince Arion onlardan
son dileğini kabul etmelerini rica eder. Bu dilek, lyra'sıyla (antik döneme ait telli
bir çalgı) şarkı söyledikten sonra kendisini denize atma isteğidir. Müziği
öylesine güzeldir ki, bütün yunusları kendisine çeker. Denize atladığı zaman,
yunuslardan bir tanesi onu Taenaros kıyısına taşıyarak minnetini dile getirir. (Daha
sonraları, Arion orda Poseidon'a teşekkür amacıyla bronzdan bir heykel yaptırır. Bu
heykel bir delfin binicisini göstermektedir.)Poseidon için onun kurtuluşuyla ilgili
söylenen marşın 4. ya da 5. y.y.'daki versiyonu Arion'un şiirinden alınmıştır.
Genç Tanrı'nın / Lyra'sıyla görülen
yazarın / Oğlan çocuğunun yunusa binerken görülen resmi, dünyanın
başlangıcının bir benzetmesidir; onda denizin yaratıcı ve yok edici özellikleri bir
araya gelmiştir ve yine onda insanın cinsel ilişkisindeki zıtlıklar ortadan
kalkmıştır.
Etkileyici bir sevgi/ölüm yakarışının
ifade bulduğu İassos'lu yunus-binicisi öyküsünde ise, yunus erkek olarak karşımıza
çıkar. İnsanlar ve deniz arasındaki ilişki, anne ilişkisi olduğu kadar eşcinsel
bir ilişki de olabilmektedir. Buna rağmen burada da eski yaradılış düşüncesi
hakimdir. Aradaki fark sadece sınırsız dünyanın mistik geçmişinin Asya'daki
küçük ve şirin bir balıkçı kentinde vuku bulmasındadır. Sürekli
"hikaye"den bahsetmemize rağmen, gerçekte de yunus binicileri olmuştur. Antik
Çağ'ın Akdeniz'inde mevcut her küçük koyda, genç erkek ve hatta kız çocukları
ehlileştirilmiş yunuslara binerlermiş. (Brunhilde Sismonde Ridgeway'ın "Dolphins
and Dolphin-Riders" adlı makalesinden, kaynaklarla ispatlanmış). Ve böyle bir
durum söz konusu idi ise, o zamanlar insan ve dünya arasındaki karşılıklı ilişki
öyle büyük olmuş olmalı ki, her iki tarafta vücut ve ruhlarını dürüstçe ve
sevgi dolu olarak birbirlerine emanet edebiliyorlarmış.
Bu genç biniciler gerçekten ilk
yaradılışın temsili devamını mı yaşıyorlardı, yoksa bu hikayeler zevkli zaman
geçirmeyi izah etmek için mi anlatılıyordu acaba? Her halükarda, anlaşıldığı
üzere, yunusa binmek, denizin sınırsızca yüklü ve bitmek bilmeyen üretici gücünü
anlatmak için kullanılmakta. Yunusa binen genç insanlar, denizi temsili olarak
kendilerinin ölümsüz sevgilisi gibi hissedebiliyorlardı. Bu durumda da, bu sevgilinin
erkek ya da kadın, baba ya da anne olması hiç önemli değildi. Denizin tehlikelerle
dolu ve heyecan verici olduğu kadar, şefkat ve sevgi dolu olduğunu da hissediyorlardı.
O şans kadar şanssızlığı da getirebilmekte ve dünyayı makinelerin ölü benleriyle
yönlendirmek yerine, biz ve kendisinden oluştuğumuz kaynaklar arasındaki doğal ve
açık bir karşılaşmayla bunun daha kolay anlaşılabileceğini göstermekteydi.

İşte Aelian'ın M.Ö. 2.y.y.'da
anlattığı İassos'lu yunus-binicisinin hikayesi:
BİR YUNUSUN BÜYÜK AŞKI
Uzun zamandan beri anlatılan bir yunusun
İassos'lu bir oğlan çocuğuna duyduğu derin sevgiyi anlatmadan geçemiyorum. İasos'un
spor sahası denize çok yakın olduğu için, koşu ve güreş sonrası gençler denize
inerek orda yıkanmayı adet edinmişlerdi. Yine böyle bir günün sonunda, gençlerin en
güzeli denizde yüzerken onu gören bir yunus bu çocuğa delicesine aşık olur.
önceleri, onun kendisine yaklaştığını gören genç dehşet ve korku içinde kalır,
lakin zamanla yunus oğlanın dostluğunu ve sevgisini kazanmayı başarır ve birlikte
oynamaya başlarlar. bazen yüzme yarışı yaparlar, bazen bu çocuk ata biner gibi onun
üstüne çıkar ve gururla sevgilisine kendini taşıtır. İasos halkı kadar
yabancılar da hayranlıkla bu oyunları izlerler. Yunus, binicisinin istediği kadar
açıklara yüzer ve sonra onu geri getirerek sahile bırakır. Biri denize, diğeri de
evine döner. Yunus, spor saatlerinin bitmesini beklerken, güzel çocuk, arkadaşına ve
oyuna kavuşma isteği içerisindedir. Vücut güzelliğinin yanı sıra, itibarının
artmış olmasının zevkine varmaktadır. Sadece insanlar değil, hayvanlar da onu en
güzel olarak algılamaktadır zira...
Bu karşılıklı derin sevgi maalesef uzun
sürmeyecek ve onlar kıskanç kaderin kurbanı olacaklardır. Ve işte bir gün, spordan
oldukça yorgun dönen genç, bindiği hayvanın üzerine kendini yüzü koyun
düşercesine bırakınca, karnına yunus'un tesadüfen dik durmakta olan sırt yüzgeci
saplanıverir. Damarları kesilerek kanlar içerisinde kalır ve o anda hayatını
yitirir. Yunus onun ağırlığındaki farklılığı hisseder, denizin kanla karışarak
pembemsi bir renge dönüştüğünü görür ve durumu anlar. Sevdiği insan olmadan daha
fazla yaşamak istemez. Üzerinde taşıdığı ölüyle birlikte olanca gücüyle sahile
doğru yüzer ve bir gemi gövdesi gibi karaya çarpar. Biri ölü, diğeri hırıltılar
içinde son nefesini vermektedir.
Bu büyük sevginin anısına İaser'liler
ikisini de aynı mezara defnederek, orayı bir anma taşıyla süslerler. Bu taş, yunusa
binen güzel bir oğlan çocuğunu göstermektedir. Ayrıca, güçlü sevgi
tanrısının kutsal anısına gümüş ve bronz paralar üzerine onların resimlerini
basarlar.
(Cl.Aelionuas'ın "Die tanzenden Pferde
von Sybaris, Tiergeschichten" adlı eserinden alınmıştır.)
(Eros Delfin'e binerken; ilginç
olan, iki bedenin böylesine birbirine dolanmış olması. Kapua'da çeşme süsü olarak
bulunan bu resim şimdi Neapel müzesindedir)
Antik çağın en meşhur yunus
binicisi Eros idi. Eros, dünya yumurtasından çıkan Fanes'e(Phanes) verilen
diğer addır. Bu dünya yumurtasını uçan ejderha Kronos ve onun karısı Hile
(maddenin anası) ya da Rhea ana ( cezir kraliçesi) dünyaya getirmiş. Fanes/Eros
yumurtadan çıktıktan sonra yumurtanın üst yarısını gökyüzü altını da
yeryüzü yapar. Ve böylece dünyayı yaratır. Daha sonra Fanes ve yarattığı
dünya onun ilk yeğeni Zeus tarafından yutulur ama zarar görmeden karnında
barınır. Güzel Semele'ye olan sevgisinden ötürü Zeus onu karnında oturan Dionisos
olarak geri verir. Dikkat edilirse, bu hikaye kadınların olduğu gibi erkeklerinde
doğurabildiğini gösteren zamana ait. Örneğin Zeus Dionisos gibi Atene'i de dünyaya
getirmişti. bu iki cinsiyetliliğin Antik Çağ'da delfin düşüncesini anlama
açısından önemi büyüktür.
Burada kullanılan karın (belly) ve
rahim (womb) sözcükleri arasında bir ayırım yapılmadığı zamana ait bir
dönemde, hem kadın hem de erkek anne olabiliyordu. Bunu etimoloji'nin yardımıyla
çözmeye çalışalım:
Genel anlamda ki "Papa" (baba)
sözünden başlayalım. "Papa" sözcüğü İngilizcede ki "pap"
sözcüğüyle akrabadır. bu da "göğüs ucu" olduğu gibi "mama, bebek
maması" anlamına da gelir. Latince sözcükler: papa (baba); paparium
(mama, çocuk besisi); papilla (göğüs ucu, göğüs, gül tomurcuğu); pappo
(mama yemek, yemek); papaver (haşhaş, meyve çekirdeği, tohum); pappus
(yaşlı adam, büyük baba, bazı bitkilerin saçaklı yumuşak tohumu, ilk çıkan
sakalın çenedeki görünümü) anlamına gelmektedir. Ve papa sözcüğünün anlamı
Yunanca ve Latince'de ki "mamma" (göğüs, anne) sözcüğü (Latince:
mammatus (göğüs ucu olan); mammo (emzirmek); Yunanca: mammao
(göğsü, ya da besiyi istemek); mammai (anne); İngilizce:mammal
(memeli hayvan) sözcükleri gibidir. Lidell, Scott, Lewis ve Short gibi
etimologlar "pater" (Baba) sözcüğünün "pa"(beslenmek)
kökünden geldiğini savunurlar. Ve bu kök, çok çeşitli ve farklı
sözcüklerin kökünü oluşturur. örn: pasta (İtalyanca/İngilizce: hamur
işi); pabulum (İng: yiyecek); pastor( çoban, ruhun çobanı); aynı
kök Latince: pales( çobanların tanrısı); Penas( evin içini
koruyan; penes (elinde tutan, hakim olan ya da birisinin evinde bulunan); penus
(ağız deposu); penetro (içine sokmak); penetralia ( içsel, gizli
bölge); penis, (Yunanca: peos), (kuyruk, cinsel organ ). Bu sözcük
kökü, birazdan göreceğimiz sözcükleri oluşturan köklerle akrabadır: Latince: femina
(kadın); feminal (kadının cinsel organının parçaları); femur
(çoğulu: femina) (bacağın üst kısmı, but); follis (körük, hava topu,
yastık, deri torba, mide); felix (mutlu, verimli, yani doğurabilen); faenus
(ödünç verilen paranın faizi); fello (göğüs ucunu ya da penisi emmek );
flo (şişirmek, esmek); folium (yaprak); flos (çiçek); futuo
(cinsel ilişki); vs. gibi. Esse, 8olmak) fiilinin şekilleri; fetus (isim
olarak embrio, sıfat olarak hamile); ve Yunancada: pallas ( oğlan çocuğu, iyi
gelişmiş genç kız); ballantion (torba, para kesesi); phallos (penis)
[penis resimleri sembolik olarak doğanın üretme gücünü simgelemek için
kullanılmaktaydı]; Phallen (Dionisos'un penis tanrısı olarak kullanılan
adı) ve phalle, phale, phallaina (Latince: balena), yani balina, her
şeyi yutabilen canavar (Delphyne, karın, rahim) vs. gibi. Ve bu kök, ışık
anlamına gelen pha ve bundan türetilmiş görmek anlamında ki phallo
ve bizim örneğimizde özellikle önemli olan çift cinsiyetli dünya yaratıcısı
Fanes ile çok yakından ilişkilidir.
Bu etimologlara göre sevmek,
üretmek, yemek ve içmek gibi hayati önem taşıyan sözcükler aynı kelimeler
denizinden türetilmiş olup, burada bulunanların karşılıklı bir ilişki içerisinde
olduklarıdır. örn. "içmek" ve "emmek" birbiriyle akraba olan
sözcüklerdir, zira bir zamanlar insanlar içmeyi anne göğsünde ne
yaptıklarını akıllarına getirmekle bağdaştırmışlardır. Dolayısıyla bu bize
insanların sözcüklerle düşünme şekillerini göstermektedir. Diğer bir örneği ele
alırsak İngilizce ball sözcüğü (1) ilişkide bulunmak, (2) dans etmek (3)
"bir çocuğu rahme göndermek" (trowing a baby into the womb)
anlamlarına gelmektedir. Yunanca: ballo (atmak); pallo (sarsmak,
sallamak, yuvarlamak); Latince: ballo (dans etmek); follis (şişirilmiş
top, mide); ve İngilizce: balloon (balon), bag (torba, çanta)
demektir. Yaradılışla ilgili öykülerde maddenin ilk anası, alev/meni/penis
olan baba ya da rüzgar ruhu tarafından döllenmiş/beslenmiş/alevlenmiş/estirilmiş ya
da kuşatılmış kozmik bir yumurta, bir rahim, bir top olarak kabul edilir. Yemek ve
çocuk yapmak arasında ki ilişkiye gelince, Texaslı kadınlar hamilelikleri belli
olduğu zaman genellikle bir karpuzun çekirdeğini yuttuklarını söylerler.
Sonuçta, oğlan ve kız çocuğu, erkek ve
kadın, baba ve anne gibi sözcüklerin etimolojik olarak ve tınlama açısından böyle
yakın olmalarını anlayabiliriz. Zira bunlar aynı şekilde yapılan aynı
davranışları sadece farklı ama tamamlayıcı davranıcı tarafından ve
farklı ama tamamlayıcı sebep yüzünden yapıldığını ifade
etmektedirler. Aktif ve pasif, zayıf ve güçlü. Bunu dışında, kimin neyi ne
yaptığı, hangisinin ön planda olduğu vs. gibi şeyler Antik Çağ'da hiç önemli
olmamıştır. Ve maalesef bu tür bir bilgi bizim düşünce yapımızda etkinliğini
yitirmiştir. Ama mitoloji sayesinde sözcüklerimizin ve dünyamızın kaynağına geri
dönebiliriz.
Biz tekrar hermafrodit (er dişi)
yaratıcı tanrı Eros/Fanes'e geri dönelim. Yunus-binicisi olarak er dişiliğin
seçilmesinin faydaları vardır. Antik çağda ki Yunanlılar ve diğer toplumlar bu
karaktere önem vermiş ve onu korumuşlardır. Ve hatta bazı bilinircilere göre, İsa
da bir er dişiydi. Eski Yunan gizli dinin öğretisi yandaşlarına göre ise er dişilik
en baştaydı. Onlar cinselliği bir zamanlar parçalara ayrılma ve çok
çeşitlilik sonunda oldukça verimli bütünlüğünü yitiren dünyanın küçük bir
değişimi olarak er dişiliğin bir parçası ve günlük yaşam tecrübesinin tenakuzu
olarak görürlerdi. Zira o kendi kişiliğinde dişi ve erkek, fallus ve rahim,
baba ve anne, penis ve göğüs gibi ikiye bölünmeye neden olmuştur. Eski Pisagor
sayı sembolünde er dişi üç sayısı ile gösterilir. O üç ada sahiptir:
Fanes-Metis-Protogonos, bunların anlamına gelince: İlk ad olan Fanes, bir sayısıdır,
erkektir, bölünmemiş varlıktır, ilk oluşun ve tekliğin sayısıdır. İkinci isim,
Metis, iki sayısıdır, dişi olan varlıktır, ve birin bölünerek ikiye ayrılmasıyla
oluşmuştur. Üçüncü isim, Protogonos, ("ilk doğan") bir ve
ikinin birleşerek yeniden yarattığı üç sayısıdır. Zira bütün yaradılış
birbirine bağlıdır, daha önceden var olan ama çözülmeden ilişkisizce yan yana
bulunanın karışması ve değişmesi sonucu meydana gelmiştir. Ve bu birleşme bir
sanattır. Latince: ars, takım oluşturma beceri; Yunanca:
ararisco, bir araya getirmek, birleştirmek, (cinsel beraberlikte olduğu
gibi). Bunun başka bir yolu yoktur. "Aus nichts, wird nichts" (Hiç
bir şeyden, hiç bir şey olmaz). Delfin ise, üçlü (üç addan bahsetmiştik) er
dişinin vücut bulmasında en uygun varlıktır. Onun kaygan, yuvarlak ve kendine yeterli
gibi görünen vücudu belirli bir cinsel farklılığı sergilemez. Onun cinsel
organları, ihtiyaç olmadığı sürece deriden bir torba içinde karnının altında
muhafaza edilir. Onun şekli ve alımlı yuvarlaklıkları denizi ve Yunanlılar öncesi
zamana ait tanrıça figürlerini hatırlatmaktadır. Basık burnu, güçlü ağzı,
hızı, kayıcı, yuvarlak ve sudan parlayan başı ve silindiri andıran vücudu ona
oldukça belirgin bir fallus karakterini vermekte. Ve bu durumda bir anlamda bir er
dişinin bütün özellikleri yunusta birleşmiştir.
Devamı Sayfa - 2- de,
lütfen buraya tıklayın |