Meral'in Sevgi Sitesi

 

Giriş | İçerik | Sevgi Nedir? | Şiirlerim | Hayatın İçinden | Sizin İçin | Sizin Seçtikleriniz | Resimler | Meral Kim? | Linkler | E-Karts|E-mail

Geri

Yunuslar ve Antik Çağ -1 -

İleri

İnsan ve dünya arasındaki karşılıklı ilişki öyle büyük olmuş olmalı ki, her iki tarafta vücut ve ruhlarını dürüstçe ve sevgi dolu olarak birbirlerine emanet edebiliyorlarmış bir zamanlar...

 Yunuslar ve Antik Çağ'ın Yaradılış Anlayışı

 

 

 

- 1 -

 Eskilerin inanışına göre Yunus denizin yaşam gücü olarak kabul edilirdi. Su  Yunanca - thalassa - yaşamın kaynağı anlamına gelmekte.Yunus için Yunanca Delphys sözcüğü ise ana rahmi anlamını taşımakta. Yani buna göre Delfin (Yunus), denizin doğuran bedeni, her şeyin başlangıcı olarak kabul edilirdi.

Mitolojide yunus, deniz annesi olabildiği gibi, doğuran bir yaratık, bir oğlan çocuğunun sevgilisi ve bir hermafrodit* şeklinde de değerlendirilirdi; o Triton olarak haşin bir fallus, Afrodit/İsis olarak deniz tanrıçası ve Dionisos olarak da doğuş ve yeniden doğuş çemberinin bir parçası olarak da düşünülürdü.

Denizi yaşamın kaynağı olarak kabul eden düşünceye geri dönersek, İlias'a göre, Mildenhall'de ki Okeanos (biz okyanus diyoruz)   devasa bir güce sahip yaşlı bir adam olarak gösterilmekte:

(Bu resim şimdi British Museum, Londra'dadır) Okeanos...

Onun bu resminde, bu yaşlı adamın  dalgayı andıran saçları  ve sakalı içerisinden her yöne doğru yunuslar uzanırken etrafında deniz atları ve deniz adamları dansetmekte.

Homer, Okeanus'u denizin babası olarak kabul etmekte (yani tüm tanrıların ve her şeyin başlangıcı olarak). 6. y.y.'da yaşamış bir filozof olan Thales'e göre ise, dünya denizin ortasında bulunan bir ada. Yani her şeyin başlangıcını maddesel olarak gören bir düşünce yapısı hakim burada. Ve bu türlü tahminler ise,  "yaradılış dişi bir balığın ya da balina ananın doğurmasıyla başlamıştır" gibi  daha eski bir  düşünceden esinlenerek yürütülmekte.

Bu  adı geçen yaradılış hikayesine göre deniz, dişi bir balina/yılan/ balık şekillerinde, ışık tanrısıyla/spermlerle birleşme halinde yaptığı bir çeşit savaşta ona yenik düşerek hamile kalmakta ve parçalanarak evrenin çeşitli katmanlarını dünyaya getirmektedir. Bu hikaye İncil'de (Tanrı Jahweh ve Leviathan bölümü) ve Akkadlar'a ait dünyanın yaradılış destanı olan Enuma Elis (Baal ve Tiamat) de yer almaktadır. Bu efsanenin en açık ve net şekli Baals-papazı Berossos'un MÖ. 300 y.y.'da   Babil'de yazdığı "Babil Hikayesi" adlı eserinde görülmektedir. Burada ki balık-kadının adı Omorka'dır. Bu hikaye farklı kalıplara bürünerek Yunanlılarda da ortaya çıkar. En tanınmış olanında güneş tanrısı Apollo, Delfin-rahmi- canavarı  Delfine ile karşı karşıya gelir. Delfi şehrinde onu yener ve "Delphinios" (delfin tanrısı) adını alır ve Delfinia adlı bir eğlence düzenler. Üstelik Apollo artık delfin olmuştur, zira her yendiği ya da yediği şeyin şeklini alabilmektedir. Ve Apollo delfin iken bir gemiyi hakimiyeti altına alarak Delfi kentine getirir ve gemi  mürettebatına onların papazı olarak bu şehirde  kendisine hizmet ettirir. Ve böylece Apollo, bir erkek olarak ana rahminin hakimi ve dünyanın  yaratıcısı olur.

Diğer hikayelerde ise,  kadın ve yılan/balık/delfin(yunus), birbirlerinden ayrı olarak, yani insan, başlangıçtaki bedeni içinde bulunan  hayvandan ayrılmış olarak onun binicisi şekline dönüşmüştür. Bu hikaye de bizi delfin-binicisine götürmekte. Binici erkek ve düşmanımsı mıydı? kadın ve sevgi dolu mu? Yoksa erkek ve sevgi dolu mu? Ya da erkek ve eşcinsel miydi? Bu ve benzeri bir çok soruyu Yunanlıların tam olarak cevapladıklarını söylemek imkansız. Lakin biz burada özdeşlik, değişim ve yenileme gibi, denizin taşıdığı anlamların iç içe olduğunu anlamaktayız. Ve bu farklı görünüşteki kutuplar mitolojideki sözcüklerle de yansıtılmaktadır. Bu efsanenin modern bir yorumu yapılırsa, burada suyun gücünü ve onun kabardığı (dalgalandığı) zamanlarda ölüleri, yorgunları ve dinlenmeye ihtiyacı olanları denizden uzaklaştırarak yeni hayatlar için yer açtığını söyleyebiliriz. Ve bu aynı zamanda bir dans olarak da yorumlanabilir. Yaradılışla tanrı ve tanrıçalar arasındaki başlangıcın dansı, örn. Okeanus ve onun etrafında dans eden deniz atları ve deniz cinleri arasında olduğu gibi ya da, Triton ve onun deniz cinleri veya Dionisos ve onun coşkulu bayan oyun arkadaşları gibi. (Dans ile yaradılış arasındaki bağ İngilizcedeki  ball   sözcüğünde ifade bulur.)

Anlatılmak istenen doğuştan sonra yeniden doğuma geçiştir. Yaradılış hikayesinin özü, püf noktası da budur zaten. Bu geçişi göz önünde bulundurarak yunus ve onun binicisine yönelelim:

Delfin üzerinde denizin rahmi olarak, onunla ilişkide bulunarak ve sonra onu yok ederek binici rolündeki en önemli tanrıyı Yunanlılar ilk önce Apollo ile bağdaştırırlar. Sonra bu görev onun hizmetkarı ya da şairine devredilir. Bu konuyla ilgili hikayelerin en tanınmışı MÖ. 7.y.y.'da yaşamış Arion'dan bahsedilenidir. Arion, vatanı Yunanistan'a dönmek için Güney İtalya'dan   mürettebatı Korint denizcilerinden oluşan bir kayığa biner. Denizciler denize açılır açılmaz onu soyup öldürmeye karar verince Arion onlardan son dileğini kabul etmelerini rica eder. Bu dilek, lyra'sıyla (antik döneme ait telli bir çalgı) şarkı söyledikten sonra kendisini denize atma isteğidir. Müziği öylesine güzeldir ki, bütün yunusları kendisine çeker. Denize atladığı zaman, yunuslardan bir tanesi onu Taenaros kıyısına taşıyarak minnetini dile getirir. (Daha sonraları, Arion orda Poseidon'a teşekkür amacıyla bronzdan bir heykel yaptırır. Bu heykel bir delfin binicisini göstermektedir.)Poseidon için onun kurtuluşuyla ilgili söylenen marşın 4. ya da 5. y.y.'daki versiyonu Arion'un şiirinden alınmıştır.

Genç Tanrı'nın / Lyra'sıyla görülen yazarın / Oğlan çocuğunun yunusa binerken görülen resmi, dünyanın başlangıcının bir benzetmesidir; onda denizin yaratıcı ve yok edici özellikleri bir araya gelmiştir ve yine onda insanın cinsel ilişkisindeki zıtlıklar ortadan kalkmıştır.

Etkileyici bir sevgi/ölüm yakarışının ifade bulduğu İassos'lu yunus-binicisi öyküsünde ise, yunus erkek olarak karşımıza çıkar. İnsanlar ve deniz arasındaki ilişki, anne ilişkisi olduğu kadar eşcinsel bir ilişki de olabilmektedir. Buna rağmen burada da eski yaradılış düşüncesi hakimdir. Aradaki fark sadece sınırsız dünyanın mistik geçmişinin  Asya'daki küçük ve şirin bir balıkçı kentinde vuku bulmasındadır. Sürekli "hikaye"den bahsetmemize rağmen, gerçekte de yunus binicileri olmuştur. Antik Çağ'ın Akdeniz'inde mevcut her küçük koyda, genç erkek ve hatta kız çocukları ehlileştirilmiş yunuslara binerlermiş. (Brunhilde Sismonde Ridgeway'ın "Dolphins and Dolphin-Riders" adlı makalesinden, kaynaklarla ispatlanmış). Ve böyle bir durum söz konusu idi ise, o zamanlar insan ve dünya arasındaki karşılıklı ilişki öyle büyük olmuş olmalı ki, her iki tarafta vücut ve ruhlarını dürüstçe ve sevgi dolu olarak birbirlerine emanet edebiliyorlarmış.

Bu genç biniciler gerçekten ilk yaradılışın temsili devamını mı yaşıyorlardı, yoksa bu hikayeler zevkli zaman geçirmeyi izah etmek için mi anlatılıyordu acaba? Her halükarda, anlaşıldığı üzere, yunusa binmek, denizin sınırsızca yüklü ve bitmek bilmeyen üretici gücünü anlatmak için kullanılmakta. Yunusa binen genç insanlar, denizi temsili olarak kendilerinin ölümsüz sevgilisi gibi hissedebiliyorlardı. Bu durumda da, bu sevgilinin erkek ya da kadın, baba ya da anne olması hiç önemli değildi. Denizin tehlikelerle dolu ve heyecan verici olduğu kadar, şefkat ve sevgi dolu olduğunu da hissediyorlardı. O şans kadar şanssızlığı da getirebilmekte ve dünyayı makinelerin ölü benleriyle yönlendirmek  yerine, biz ve kendisinden oluştuğumuz kaynaklar arasındaki doğal ve açık bir karşılaşmayla bunun daha kolay anlaşılabileceğini göstermekteydi.

Mısırlılar tarafından yapılmış heykelde Eros'u delfin üzerinde görüyoruz. Ve İassos'lu oğlan çocuğunu öldüren yunusun sırtındaki keskin yüzgeç oldukça belirgin. Bu resim bugün London'da British müzesindedir.

İşte Aelian'ın M.Ö. 2.y.y.'da anlattığı İassos'lu yunus-binicisinin hikayesi:

BİR YUNUSUN BÜYÜK AŞKI

Uzun zamandan beri anlatılan bir yunusun İassos'lu bir oğlan çocuğuna duyduğu derin sevgiyi anlatmadan geçemiyorum. İasos'un spor sahası denize çok yakın olduğu için, koşu ve güreş sonrası gençler denize inerek orda yıkanmayı adet edinmişlerdi. Yine böyle bir günün sonunda, gençlerin en güzeli denizde yüzerken onu gören bir yunus bu çocuğa delicesine aşık olur. önceleri, onun kendisine yaklaştığını gören genç dehşet ve korku içinde kalır, lakin zamanla yunus oğlanın dostluğunu ve sevgisini kazanmayı başarır ve birlikte oynamaya başlarlar. bazen yüzme yarışı yaparlar, bazen bu çocuk ata biner gibi onun üstüne çıkar ve gururla sevgilisine kendini taşıtır. İasos halkı kadar yabancılar da hayranlıkla bu oyunları izlerler. Yunus, binicisinin istediği kadar açıklara yüzer ve sonra onu geri getirerek sahile bırakır. Biri denize, diğeri de evine döner. Yunus, spor saatlerinin bitmesini beklerken, güzel çocuk, arkadaşına ve oyuna kavuşma isteği içerisindedir. Vücut güzelliğinin yanı sıra, itibarının artmış olmasının zevkine varmaktadır. Sadece insanlar değil, hayvanlar da onu en güzel olarak algılamaktadır zira...

Bu karşılıklı derin sevgi maalesef uzun sürmeyecek ve onlar kıskanç kaderin kurbanı olacaklardır. Ve işte bir gün, spordan oldukça yorgun dönen genç, bindiği hayvanın üzerine kendini yüzü koyun düşercesine bırakınca, karnına yunus'un tesadüfen dik durmakta olan sırt yüzgeci saplanıverir. Damarları kesilerek kanlar içerisinde kalır ve  o anda hayatını yitirir. Yunus onun ağırlığındaki farklılığı hisseder, denizin kanla karışarak pembemsi bir renge dönüştüğünü görür ve durumu anlar. Sevdiği insan olmadan daha fazla yaşamak istemez. Üzerinde taşıdığı ölüyle birlikte olanca gücüyle sahile doğru yüzer ve bir gemi gövdesi gibi karaya çarpar. Biri ölü, diğeri hırıltılar içinde son nefesini vermektedir.

Bu büyük sevginin anısına İaser'liler ikisini de aynı mezara defnederek, orayı bir anma taşıyla süslerler. Bu taş, yunusa binen güzel bir oğlan çocuğunu göstermektedir. Ayrıca,  güçlü sevgi tanrısının kutsal anısına gümüş ve bronz paralar üzerine onların resimlerini basarlar.

(Cl.Aelionuas'ın "Die tanzenden Pferde von Sybaris, Tiergeschichten" adlı eserinden alınmıştır.)

(Eros Delfin'e binerken; ilginç olan, iki bedenin böylesine birbirine dolanmış olması. Kapua'da çeşme süsü olarak bulunan bu resim şimdi Neapel müzesindedir)

Antik çağın en meşhur yunus binicisi  Eros idi. Eros, dünya yumurtasından çıkan Fanes'e(Phanes) verilen diğer addır. Bu dünya yumurtasını uçan ejderha Kronos ve onun karısı Hile (maddenin anası) ya da Rhea ana ( cezir kraliçesi) dünyaya getirmiş. Fanes/Eros yumurtadan çıktıktan sonra yumurtanın üst yarısını gökyüzü altını da yeryüzü yapar. Ve böylece dünyayı yaratır. Daha sonra Fanes ve yarattığı dünya  onun ilk yeğeni Zeus tarafından yutulur ama zarar görmeden karnında  barınır. Güzel Semele'ye olan sevgisinden ötürü Zeus onu karnında oturan Dionisos olarak geri verir. Dikkat edilirse, bu hikaye kadınların olduğu gibi erkeklerinde doğurabildiğini gösteren zamana ait. Örneğin Zeus Dionisos gibi Atene'i de dünyaya getirmişti. bu iki cinsiyetliliğin  Antik Çağ'da delfin düşüncesini anlama açısından önemi büyüktür. 

Burada kullanılan karın (belly) ve rahim (womb) sözcükleri arasında bir ayırım yapılmadığı zamana ait bir dönemde, hem kadın hem de erkek anne olabiliyordu. Bunu etimoloji'nin yardımıyla çözmeye çalışalım:

Genel anlamda ki "Papa" (baba) sözünden başlayalım. "Papa" sözcüğü İngilizcede ki "pap" sözcüğüyle akrabadır. bu da "göğüs ucu" olduğu gibi "mama, bebek maması" anlamına da gelir. Latince sözcükler: papa (baba); paparium (mama, çocuk besisi); papilla (göğüs ucu, göğüs, gül tomurcuğu); pappo (mama yemek, yemek); papaver (haşhaş, meyve çekirdeği, tohum); pappus (yaşlı adam, büyük baba, bazı bitkilerin saçaklı yumuşak tohumu, ilk çıkan sakalın çenedeki görünümü) anlamına gelmektedir. Ve papa sözcüğünün anlamı Yunanca ve Latince'de ki "mamma" (göğüs, anne) sözcüğü (Latince: mammatus (göğüs ucu olan); mammo (emzirmek); Yunanca: mammao (göğsü, ya da besiyi istemek); mammai (anne); İngilizce:mammal (memeli hayvan) sözcükleri gibidir. Lidell, Scott, Lewis ve  Short   gibi etimologlar "pater" (Baba) sözcüğünün "pa"(beslenmek) kökünden  geldiğini savunurlar. Ve bu kök, çok çeşitli ve farklı sözcüklerin kökünü oluşturur. örn: pasta (İtalyanca/İngilizce: hamur işi); pabulum (İng: yiyecek); pastor( çoban, ruhun çobanı); aynı kök Latince: pales( çobanların tanrısı); Penas( evin içini koruyan; penes (elinde tutan, hakim olan ya da birisinin evinde bulunan); penus (ağız deposu); penetro (içine sokmak); penetralia ( içsel, gizli bölge); penis, (Yunanca: peos), (kuyruk, cinsel organ ). Bu sözcük kökü, birazdan göreceğimiz sözcükleri oluşturan köklerle akrabadır: Latince: femina (kadın); feminal (kadının  cinsel organının  parçaları); femur (çoğulu: femina) (bacağın üst kısmı, but); follis (körük, hava topu, yastık, deri torba, mide); felix (mutlu, verimli, yani doğurabilen); faenus (ödünç verilen paranın faizi); fello (göğüs ucunu ya da penisi emmek ); flo (şişirmek, esmek); folium (yaprak); flos (çiçek); futuo (cinsel ilişki); vs. gibi. Esse, 8olmak) fiilinin şekilleri; fetus (isim olarak embrio, sıfat olarak hamile); ve Yunancada: pallas ( oğlan çocuğu, iyi gelişmiş genç kız); ballantion (torba, para kesesi); phallos (penis) [penis  resimleri  sembolik olarak doğanın üretme gücünü simgelemek için kullanılmaktaydı]; Phallen (Dionisos'un penis tanrısı olarak kullanılan adı) ve phalle, phale, phallaina (Latince: balena), yani balina, her şeyi yutabilen  canavar (Delphyne, karın, rahim) vs. gibi. Ve bu kök, ışık anlamına gelen pha ve bundan türetilmiş  görmek anlamında ki phallo ve bizim örneğimizde özellikle önemli olan çift cinsiyetli dünya yaratıcısı Fanes ile çok yakından ilişkilidir.

Bu etimologlara göre  sevmek, üretmek, yemek ve içmek gibi hayati önem taşıyan sözcükler aynı kelimeler denizinden türetilmiş olup, burada bulunanların karşılıklı bir ilişki içerisinde olduklarıdır. örn. "içmek" ve "emmek" birbiriyle akraba olan sözcüklerdir, zira bir zamanlar insanlar içmeyi  anne göğsünde ne yaptıklarını akıllarına getirmekle bağdaştırmışlardır. Dolayısıyla bu bize insanların sözcüklerle düşünme şekillerini göstermektedir. Diğer bir örneği ele alırsak İngilizce ball sözcüğü (1) ilişkide bulunmak, (2) dans etmek (3) "bir çocuğu rahme göndermek" (trowing a baby into the womb)  anlamlarına gelmektedir. Yunanca: ballo (atmak); pallo (sarsmak, sallamak, yuvarlamak); Latince: ballo (dans etmek); follis (şişirilmiş top, mide); ve İngilizce: balloon (balon), bag (torba, çanta) demektir. Yaradılışla ilgili öykülerde  maddenin ilk anası, alev/meni/penis olan baba ya da rüzgar ruhu tarafından döllenmiş/beslenmiş/alevlenmiş/estirilmiş ya da kuşatılmış kozmik bir yumurta, bir rahim, bir top olarak kabul edilir. Yemek ve çocuk yapmak arasında ki ilişkiye gelince,  Texaslı kadınlar hamilelikleri belli olduğu zaman genellikle bir karpuzun çekirdeğini yuttuklarını söylerler.

Sonuçta, oğlan ve kız çocuğu, erkek ve kadın, baba ve anne gibi sözcüklerin etimolojik olarak ve tınlama açısından böyle yakın olmalarını anlayabiliriz. Zira bunlar aynı şekilde yapılan aynı davranışları sadece farklı  ama tamamlayıcı davranıcı  tarafından ve farklı ama tamamlayıcı  sebep yüzünden  yapıldığını ifade etmektedirler. Aktif ve pasif, zayıf ve güçlü. Bunu dışında, kimin neyi ne yaptığı, hangisinin ön planda olduğu vs. gibi şeyler Antik Çağ'da hiç önemli olmamıştır. Ve maalesef bu tür bir bilgi bizim düşünce yapımızda etkinliğini yitirmiştir. Ama mitoloji sayesinde sözcüklerimizin ve dünyamızın kaynağına geri dönebiliriz.

Biz tekrar hermafrodit (er dişi)   yaratıcı tanrı Eros/Fanes'e geri dönelim. Yunus-binicisi olarak er dişiliğin   seçilmesinin faydaları vardır. Antik çağda ki Yunanlılar ve diğer toplumlar bu karaktere önem vermiş ve onu korumuşlardır. Ve hatta bazı bilinircilere göre, İsa da bir er dişiydi. Eski Yunan gizli dinin öğretisi yandaşlarına göre ise er dişilik   en baştaydı. Onlar cinselliği bir zamanlar parçalara ayrılma ve çok çeşitlilik sonunda oldukça verimli bütünlüğünü yitiren dünyanın küçük bir değişimi olarak er dişiliğin bir parçası ve günlük yaşam tecrübesinin tenakuzu olarak görürlerdi.   Zira o kendi kişiliğinde dişi ve erkek, fallus ve rahim, baba ve anne, penis ve göğüs  gibi ikiye bölünmeye neden olmuştur. Eski Pisagor sayı sembolünde er dişi  üç sayısı ile gösterilir. O üç ada sahiptir: Fanes-Metis-Protogonos, bunların anlamına gelince: İlk ad olan Fanes, bir sayısıdır, erkektir, bölünmemiş varlıktır, ilk oluşun ve tekliğin sayısıdır. İkinci isim, Metis, iki sayısıdır, dişi olan varlıktır, ve birin bölünerek ikiye ayrılmasıyla oluşmuştur. Üçüncü isim, Protogonos,   ("ilk doğan")  bir ve ikinin birleşerek  yeniden yarattığı üç sayısıdır. Zira bütün yaradılış birbirine bağlıdır, daha önceden var olan ama çözülmeden  ilişkisizce yan yana bulunanın karışması ve değişmesi sonucu meydana gelmiştir. Ve bu birleşme bir sanattır. Latince: ars, takım oluşturma beceri; Yunanca: ararisco, bir araya getirmek, birleştirmek, (cinsel beraberlikte olduğu gibi). Bunun başka bir yolu yoktur. "Aus nichts, wird nichts" (Hiç bir şeyden, hiç bir şey olmaz). Delfin ise, üçlü (üç addan bahsetmiştik) er dişinin vücut bulmasında en uygun varlıktır. Onun kaygan, yuvarlak ve kendine yeterli gibi görünen vücudu belirli bir cinsel farklılığı sergilemez. Onun cinsel organları, ihtiyaç olmadığı sürece deriden bir torba içinde karnının altında muhafaza edilir. Onun şekli ve alımlı yuvarlaklıkları denizi ve Yunanlılar öncesi zamana ait tanrıça figürlerini hatırlatmaktadır. Basık burnu, güçlü ağzı, hızı, kayıcı, yuvarlak ve sudan parlayan başı ve silindiri andıran vücudu ona oldukça belirgin bir fallus karakterini vermekte. Ve bu durumda bir anlamda bir er dişinin bütün özellikleri yunusta birleşmiştir.

Devamı Sayfa - 2- de, lütfen buraya tıklayın

 

Giriş | İçerik | Sevgi Nedir? | Şiirlerim | Hayatın İçinden | Sizin İçin | Sizin Seçtikleriniz | Resimler | Meral Kim? | Linkler | E-Karts|E-mail

Designed by S.M.A © meral@meralinsevgisi.com

Meral'in Sevgi Sitesi